KARINCALARIN KULAGI NEREDE
Ahmet
Vardar Bey’in zelzeleden sonra elinde bir kavanoz karıncayla yola çıkıp,
önce boş bir arazi bulup, sonra karıncaları sismik araştırmalarına başlamak
üzere seçtiği araziye boşaltması dikkatimi çekmişti. Sabah’ın “Karınca
testi” başlıklı haberine göre Ahmet Vardar halka testin mantığını şöyle
izah etti: “Karıncalar buraya yuva yapar veya burada yiyecek toplarsa bu
araziye ev yapılabilir.” Test neticeleri hem Vardar’ı hem de halkı memnun
etti. Çünkü karıncalar hem Sefaköy’de hem de İkitelli’de huzur içindeydi.
Ahmet Vardar bu testin namını mühendis dostlarından öğrenmişti.
Bilindiği
gibi yeryüzüne dağılmış yaklaşık beş bin türü bulunan karınca, yerin
metrelerce aşağısına iner ve pek çok dehlizden oluşan yuvalar yapar.
Yiyecekleri depolamak için dehlizlerde özel bölmeler açarlar. İşçi karıncalar,
dişilerin yumurtlayacağı güvenli dehlizler açmakla yükümlüdür. İnanılmaz
hislere sahip olan bu hayvanlar, yuvalarını kesinlikle kaygan zeminlere
yapmazlar. Karınca bulunmayan arazilerin güvenli olmadığı tezi, bilim
adamlarının da kabul ettiği bir gerçektir.
Bu
haber beni beş-altı sene öncesine götürdü. O zaman biz, STV’de bazı
Kur’an âyetleri üzerine bilim adamlarımızla sohbetler yapıyorduk. Karıncalar
konusuna gelince bir kelime üzerinde fazla durduk. O da Neml Sûresi’nin 18.
âyetinde geçen “nemletün” kelimesiydi. Eğer “en-neml” olsaydı,
kraliçe karınca mânâsına gelebilir ve “Karınca vadisine geldikleri zaman
bir karınca ‘Ey karıncalar, dedi, yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve
orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler.” (Neml/18) âyetinde geçen
konuşmayı kraliçe yapmış olurdu. Fakat “nemletün” kelimesi herhangi
bir karınca, karıncalardan meçhûl bir karınca, mânâsına geliyordu.
Kelimenin nekre oluşu böyle bir mânâyı gerektiriyordu. Ama işte o karıncalardan
bir karınca “Ey karıncalar yuvanıza girin.” diyerek bir tehlikeyi haber
veriyor ve cemaati korumaya çalışıyordu. Kraliçe olmadan bu nasıl
olabilirdi?..
Bunu
Orman Fakültesi’nden bir profesörümüz şöyle izah etti: “Canlıların işitme
organları kulaklarıdır. Her canlının kulak yapısı da değişiktir. Bazı
canlılarda sadece hassas bir zar şeklinde deriden ibarettir. Ama karıncalara
gelince tamamen değişik bir sistem vardır. Yani karıncaların işitme
organları ayaklarının içindedir ve son derece hassastır. Sanki yer çekimini
fark edecek duyarlılıkta. Âyetin ‘Karınca Vadisi’ tabirinden anlaşıldığına
göre sanki orası termit karıncalarının yerlerini andıracak gibi karıncaların
çok bol olduğu bir yer. Demek ki, karıncalardan herhangi birisi yiyecek
aramak için biraz uzaklaşmış ve ayağındaki hassasiyetle gelmekte olan bir
ordunun ayak vuruşlarından gelişlerini sezmiştir. Bunu da hemen dışarıda
dolaşan diğer arkadaşlarına bildirip yuvalarına girmelerini sağlamak
istemiştir.
Karıncaların koku alma hassasiyetleri de meşhurdur. Çünkü, kaçıncı katta olursanız olun, yerlere biraz pirinç vs. yiyecek atın, biraz sonra hemen telefon almış gibi birkaç karıncanın orada bittiklerini görürsünüz. Cenab-ı Hakk’ın nimetlerini telef olmaktan, hakarete uğrayıp ayak altında çiğnenmekten korunmaları için kerametkârane karıncaların harekete geçtiğine şahit olmayan yok gibidir. Bu bakımdan Ahmet Vardar Bey’in karınca testi oldukça dikkat çekicidir.