YAŞLILIK VE İNANÇ
Avusturya’da,
bir kilise kayıtlarına göre, 1680 yılında doğan her 19 kişiden sadece
2’si 65 yaşını geliyorken, tam 300 yıl sonra 1980’de doğan her 19 kişiden
15’i 65 yaşına gelmektedir. Bu demektir ki “Ebedî gençlik çeşmesi”
bulunamadı ama hayatta kalma süresi uzadı. Yaşlı nüfus böyle çoğalınca
yaşlanma ile ilgili sorunlar da önümüze yığıldı. Konunun hastalık
boyutunu bir kenara bırakıp yaşlanmanın psikolojisini ve bu sevgiye muhtaç
insanlara nasıl yardım edebileceğimizi düşünelim.
Yaşlanma
Psikolojisi:
Yaşlılık
psikolojisi yerine yaşlanma psikolojisi ifadesi kullanılmalıdır. Çünkü
insan doğar doğmaz yaşlanmaktadır, beyin hücreleri eskimeye başlar. İyi
bir yaşlılığın temelleri de hayatın ilk yıllarında atılır.
Yaşlanma,
eskime, canlı-cansız bütün varlıkların kaderidir. Yaşlanan insanın saçları
beyazlar, cildi kırışır ve beli bükülürken psikolojik yapısında da değişiklikler
olur.
Azalan
Psikolojik Yetiler:
Zekâ
parlaklığı azalır, yeni şeyler öğrenmek zorlaşır, hâfıza zayıflar,
girişim ruhu ve ataklığı geriler.
Artan
Psikolojik Yetiler:
Bilgelik
ve ağırbaşlılık belirginleşir, mantıklı ve doğru düşünme daha sağlıklıdır;
muhakeme güçlüdür; yerinde yargılara daha kolay varılır. Bilgi birikimi
ve tecrübe, olgun kişilikle birleşirse mutlu ihtiyarlar ortaya çıkar. Daha
tutarlı, hoşgörülü ve sabırlı olurlar.
Yaşlı-Genç
Farkı:
Bir
ordu düşününüz; eğitimsiz ama kalabalık. Diğer bir ordu düşününüz;
eğitimli fakat sayısı çok az. İkinci ordu birinci orduyu her zaman mağlûb
eder.
Büyük
işler beden gücünden ziyade yerinde, doğru düşünme ve hedefleri geçerli
hâle getirme ile başarılır. Yâni kılıç keskinliği değil, akıl
keskinliği esastır.
Demek
ki yaşla kaybolan yetiler yerine, önemli kazanımlar varsa, kişi keyifli bir
yaşlılık geçirebilir.
“Eski”ye
Aşırı Bağlılık ve “Yeni”den Korkma:
Böyle
yaşlılar sürekli eski hatıralarını anlatırlar, savaş, askerlik hatıraları
bitmez. Dün evine gelen misafiri unutur ama, 50 yıl önceyi bütün ayrıntılarıyla
anlatır. Aile artık bunları ezberlemiştir. Böyle yaşlılar eski alışkanlıklarını
değiştirmekten çok rahatsız olurlar. Evin odası, duvarda tablo, radyonun
yeri değişse huzursuz ve hırçın olurlar. Hatta sigara izmaritlerini
biriktirmeye varan “biriktirme hastalığı”na tutulabilirler.
Yeni
şeylere karşı tepki bazen “fobi” derecesine çıkar, yeni ayakkabı, yeni
elbise bile istemezler. Yeni ne varsa çirkindir, kötüdür.
Egoizmin
Belirginleşmesi:
Bazı
yaşlılar sürekli gençleri eleştirirler, kendi gençliklerini överler. “Küçüğün
büyüğe saygısı yok, kimse haddini bilmiyor” diye tenkid ederler. Hatta
haklarının yendiğini, aslında memleketin onlardan çok hizmet beklediğini,
memleketi kendilerinden mahrum bırakmanın çok büyük hata olduğunu
tekrarlayıp dururlar.
Treni
Kaçırma Duygusu:
Cinsel
fantazilere kapılıp, kırk yıllık eşini terkedip, torunu yaşındakilerle
evlenen yaşlılar vardır. Gençliğini ve zevklerini kaybetme duygusu yaşlı
insanı çok etkiler.
Sağlığa
Aşırı Düşkünlük:
Yaşama
ateşi beklenenin tersine yaşlandıkça daha çok artmaktadır. Bir çok gencin
farkına varmadığı bir şey yaşlıların hayatı daha çok sevdiğidir. Bu
nedenle yaşlı bir insan sağlığının ihmâl edildiği, kendisine iyi bakılmadığı
duygusunu taşır.
Artan
Tutkular:
“Hırs-ı
pîrî” sözü bazı yaşlıları çok güzel tarif eder. Annesinin memesini bırakamayan
bebek gibi bâzı yaşlılarda mal-mülk ve şöhret, makam tutkusu çok
alevlenir.
Kişilik
özelliklerinin aşırılaşması:
Câmi
yıkılsa da mihrabı kaldığı gibi, ne kadar yaşlansalar da bazı yaşlılar
daha çok cimrileşir, daha çok kavgacı geçimsiz olurlar. Dayanılmaz
ihtiyarlığın temeli, çocukluk dönemlerinde atılmaktadır.
Yalnızlık
Duygusu:
Yaşlı
bir insanın en önemli psikososyal sorunudur. Yaşlı bir insan çok lüks bir
huzurevine veya hastaneye bırakıldığında eğer yalnızlık duygusuna kapılmış
ise ani bir çöküş ve ölüm yaşayabilir. Çocuklarını ve torunlarını göremeyen
anne ve babanın duyguları hayat yükünü zor taşır.
Ölüm
Korkusu:
İnsanların
evrensel korkusu, ama kaçınamadığı bir gerçektir “ölüm.” Yaşlılarda
saçın ağarması ile beraber ruhun ağarması da vardır. Ölüm ruhu ağartan
en önemli sebeptir. Ölüme yaklaşmanın bilincinde olan bir ihtiyarı
rahatlatan, ancak ve ancak “iyi bir hayat felsefesi”dir. Ölümü terhis
teskeresi gören, Allah’a kavuşmak, sevdiğine kavuşmak “Şeb-i Arus” gören
ihtiyar ne mutludur. Yoksa her sabah uyandığında idam sehpasına bir adım
daha yaklaşan insan duygusu kadar bireye acı veren bir duygu olamazdı.
Çaresizlik
Duygusu:
Eski
fizik gücünde olmayan, bazı rahatsızlıkların etkisi ile rahat olmayan,
zevk ve keyif verici bazı yaşantılarını kaybeden, verimli ve üretken bir işten
mahrum olan, her ân ölüme yaklaştığının farkında olan bir yaşlı,
kendisini çok âciz, zayıf hisseder. Bu duygular içindeki insana en önemli
yardım, âile ve çevrenin desteği ve iyi bir hayat felsefesidir.