Vücudumuzdaki Hassas Denge
Prof.Dr. Ömer ARİFAĞAOĞLU
Bütün canlıların
sudan yaratıldığını bildiren Kur'an-ı Kerim'in mucizevî beyânından suyun
hayat için ne kadar mühim olduğunu anlıyoruz. Nitekim vücudumuzun yaklaşık %
60'ı sudur. Vücudumuzdaki bütün hayatî, kimyevî ve fizyolojik hâdiselerin
ancak sulu bir vasatta cereyan ettiğini öğrendiğimizde ve su olmayınca
hücredeki reaksiyonların bozulduğunu gördüğümüzde, yukarıdaki beyânın
hikmetini daha iyi anlıyoruz. Erişkin bir insanın 70 kg olduğu farz
edilirse, vücuttaki toplam su miktarı yaklaşık 42 litre olur. Bunun 28
litresi hücrelerin içinde, 14 litresi ise, hücrelerin dışında bulunur.
Erişkin insan vücudunda yaklaşık 100 trilyon hücre bulunmaktadır. Bu
hücrelerin tamamı, hücre dışı sıvı olarak tanımladığımız bir ortam içinde
her taraftan kuşatılmış olarak bulunur. Dokularda birbirine yapışık
gördüğümüz her hücrenin etrafı, çok ince bir sıvı ile çevrilidir. Bu iç
ortamın muhtevası vücudun her tarafında aynıdır: Yani karaciğerdeki iç
ortamda hangi yoğunlukta glikoz, oksijen veya vitamin varsa, beyindeki iç
ortamda da aynı yoğunlukta vardır. Belki ilk anda kan, beyin-omurilik
sıvısı, mide ve bağırsak boşluklarındaki sıvılar, safra vs gibi salgıların
bu iç ortamı farklı hallere çevirdiğini düşünebilirsiniz. Ancak bu sıvıların
hepsi hücrelerin dışında ve organ boşluklarında olduklarından sadece ait
oldukları organda belli fonksiyonlar için yaratılmışlardır. Halbuki
hücrelerin içinde bulunduğu ortamın terkibi, bütün hücreler için homojen bir
yapıda olup, aynı özelliğe sahiptir. Bu ortamda hücrelerin yaşaması için
gerekli miktarlarda oksijen, gıda maddeleri, iyonlar, vitaminler, hormonlar
vs bulunur.
İç ortamın ana maddesini teşkil eden su içindeki diğer maddelerin (inorganik
tuzlar ve glikoz gibi) yoğunluklarının ve bu ortamdaki fizikî şartlar
açısından sabitliğin veya statik halin devam ettirilmesine homeostazis
denmektedir. Fakat statik hali cansız nesnelerin hiç değişmeyen durumlarıyla
kıyas edemeyiz. Canlılardaki statik veya kararlı hal, dinamik ve her an
belli sınırlar içinde değişen bir durumdur. Normal veya ortalama
diyebileceğimiz bir değer etrafında küçük miktarlardaki artma veya
eksilmelerle, esas olması gereken değerler her an kontrol edilerek ideal hal
devam ettirilir. Bu yüzden homeostazis çok önemlidir; çünkü canlı kalmamız
homeostazisin belli sabit değerler etrafında devamına bağlıdır. Çeşitli
sebeplerle iç ortamın bu hassas dinamik dengesi bozulduğunda, iç ortamdaki
madde yoğunlukları artsa da, azalsa da hastalık sebebidir. Meselâ, hayatî
bir gaz olan oksijenin yoğunluğu normal değerinin dışında arttığında,
oksijen zehirlenmesi ile hücreler ölür; aksine bulunması gereken miktarın
altına düştüğünde ise, gıdalardan enerji üretilemez ve yine hücreler ölür.
Başka bir misal verecek olursak: Hücre dışındaki sıvının terkibinde
bulunması gereken şeker miktarı sabit olmalıdır. Eğer şeker, normal
sınırlarından daha fazla artarsa, hiperglisemi (yüksek şeker); bulunması
gereken değerin altına düştüğünde de, hipoglisemi (düşük şeker) denen
anormallikler oluşur. Bu misâllerden de anlaşıldığı gibi homeostazisin
bozulması, ölümle neticelenecek hastalıkların ortaya çıkmasına sebep
olabilir.
|
Hassas ve dengeli
hâdiselerin kendi kendine ve tesadüfen olması kesinlikle kabul edilemez.
Tesadüfler, olsa olsa karışıklıklara, bozukluklara ve dengesizliklere
sebep olur. Bu hassas dengenin sağlanması için, iç ortamdaki bütün atom
moleküllerinin her an Allah'ın (cc) emrinde olmaları şarttır. |
İnsan vücudundaki bütün hücre, doku, organ ve sistemler akıl ve ilim sahi-biymişler
gibi, homeostazisin devam etmesi için çalışırlar. Normal çalışma içinde
hiçbir organ, yaratılıştan tâbi olduğu kaide ve esaslara isyan edip,
homeostazisi bozmaya çalışmaz. Şâyet hücrelerimizin iç ortamını ayarlama
imkânı bize verilmiş olsaydı, hayat yaşanmaz olurdu. Yediğimiz ve içtiğimiz
her maddeyi en ince miktarlarına kadar hesaplamamız ve her bir molekülü
gerekli yerine göndermemiz gerekecekti. En küçük bir dağıtım hatasında veya
miktarlardaki miligramlık hatalar bile, hayatımızın sonlanmasına sebep
olacaktı. Fakat biz hiç farkında olmadan bu hassas ayarlamalar, bütün hücre
ve dokularda aksamadan yürütülmektedir.
Tabiî gıdalarla beslenme, homeostazisinin devamına katkıda bulunurken,
rafine edilerek veya değişik işlemlerden geçirilerek tabiiliği bozulmuş
gıdalar, alkol, sigara ve aşırı yemek homeostazisi bozar. Hekimler,
hastalıkların tedavisinde gayretlerini homeostazisin devamı için sarf
ederler. Hastalığın tedavisinde homeostazisi bozacak ilâç veya ameliyatlar
faydalı değildir.
Homeostazisin sürdürülmesi, yani hayatın devamı için üç mekanizmanın iyi
işlemesi gereklidir:
l- İç ortamda homojenliğin sağlanması gereklidir. Nasıl ki bir çorba
pişirilirken karıştırılmazsa, homojen olmaz; altı yanar, üstünde su birikir,
yağları bir tarafa, unları bir tarafa birikerek topaklar teşkil eder. Bunun
gibi, hücre iç ortamında homojenliğin sağlanması için sürekli karıştırılması
gereklidir. Bu karıştırma işlemi için, kalb ve damar sistemi
vazifelendirilmiştir. Erişkin insan vücudunda yaklaşık 5 litre kan vardır.
Kalb istirahat esnasında, bir dakikada kanın tamamını pompalar, yani bütün
kan bir dakikada bütün vücudu dolaşır. Kanı dokulara getiren ve dokulardan
kalbe döndüren atar ve toplar damarlar arasındaki irtibatı sağlayan kılcal
damarlar, gözümüzle göremediğimiz halde, en hayatî işlere vesile
olmaktadırlar. Her türlü gıdanın, suyun, mineral tuzların ve oksijenin kan
sıvısı taşınmasına vesile olan kılcal damarlar ile hücrelerin arasında
bulunan doku sıvısı arasında sürekli bir alışveriş vardır. Kılcal damarlarda
alışveriş o kadar hızlıdır ki, su molekülleri kılcal damardan geçiş
süresince herhangi bir dokudaki hücrelere 80 defa girip çıkabilir.
Bağırsaklardan kana geçen bir besin maddesi veya bir bezden salgılanan
hormon, en fazla bir dakika içinde, kan vasıtasıyla dokulara taşınarak bütün
vücut hücre dışı sıvı ortamına eşit yoğunlukta yayılır. Akciğerden kana
geçen oksijen yaklaşık bir dakika içinde, beynimizden bağırsağımıza, ayak
parmağımızdan saçımızın dibindeki hücrelere kadar hemen bütün hücrelerin
etrafında eşit yoğunluğa ulaşır. Bu hâdise egzersizde yedi misli
hızlanabilir.
2- Hücre dışı ortamdaki besin maddeleri ve oksijen, hücreler tarafından
sürekli kullanılmaktadır. Neticede bu maddelerin miktarında bir azalma
olmaması için, hücre dışı sıvı ortama sürekli gıda ve oksijen sağlanması
gereklidir. Bu işlem için bütün hücreler devamlı kontrol altında olduğundan,
herhangi bir eksiklik durumunda önce sistem haberdar edilir. Daha sonra
hemen akciğerler, mide ve bağırsak gibi organlara emirler gönderilerek,
gerekli oksijenin ve gıdanın sevkiyatının yapılması temin edilir.
Homeostazisin bozulmaması için akciğerler sürekli çalıştırılarak hücre dışı
ortama oksijen verilir, bağırsaklar da iç ortama besin maddesi vermekle
vazifelidir. Bu açıdan karaciğere çok önemli vazifeler yüklenmiştir. Tokluk
esnasında miktarı artan gıda maddeleri karaciğerde depo ettirilir ve böylece
gıda maddelerinin kanda aşırı yükselerek homeostazisi bozmasına izin
verilmez. Ayrıca toklukta karaciğerde depo ettirilen gıda maddelerinin,
açlık yaşanacağı durumlarda kontrollü olarak kana verilerek belli miktarın
altına düşmesine izin verilmez.
3- Hücrelerin en önemli vazifelerinden biri, gıda maddelerini harcadıktan
sonra, üretilen karbondioksit ve diğer artık maddeleri hücre dışı sıvı
ortama vermeleridir. Evimizde yaktığımız sobanın külünü atmadığımız zaman
bir müddet sonra artık sobamızı kullanamayacağımız gibi, hücrelerimizdeki
artık maddeleri atamazsak, bunlar birikerek homeostazisin bozulmasına sebep
olur. Meselâ, azotlu bir atık olan üre birikirse, "üremi" denen bozukluk
ortaya çıkar. Akciğerler de sobamızın bacasından karbondioksitin atılmasına
benzer şekilde vücudumuzun atığı olan aynı gazı sürekli olarak dışarı atmak
üzere vazife yaparlar. Artık maddelerin büyük bir kısmı böbrekler
vasıtasıyla vücuttan atılırken, az bir kısmı da karaciğer tarafından bazı
muamelelerden geçirildikten sonra bağırsaklar yoluyla dışarıya atılır.
|
Kalb istirahat
esnasında, kanın tamamını bir dakikada pompalar, yani kan bir dakikada
bütün vücudu dolaşır. Kanı dokulara getiren ve dokulardan kalbe döndüren
atar ve toplar damarlar arasındaki irtibatı sağlayan kılcal damarlar,
gözümüzle göremediğimiz halde, en hayatî işlere vesile olmaktadır. |
Homeostazisin devamı için vücudumuza yerleştirilmiş çok önemli bir
mekanizma, negatif geri besleme (negatif feed-back) sistemidir. Bu mekanizma
klimalarımızdaki termostatın çalışmasına benzetilebilir. Odamızın sıcaklığı
klimanın termostatının ayarındaki seviyenin altına düştüğünde, nasıl
otomatik olarak sistem tekrar çalışıp klima, odamızı ısıtmaya başlıyorsa,
hücrelerimizin iç ortamındaki herhangi bir maddenin miktarı
yaratılışımızdaki ayarında bir bozulma olduğunda da harika bir sistemle
düzeltilmektedir. Vücudumuzun iç ortamında bir madde bulunması gereken üst
sınırı aşarsa, derhal aksi mahiyette çalışan diğer bir sistem uyarılarak, bu
fazla miktarın izale edilmesi için otomatik olarak çalışması başlatılır. Bu
yeni mekanizma ise, miktarını aşmış maddenin azaltılması yönünde bir işlemi
başlatır. Aynı durum, bu maddenin azalması durumunda yukarıda anlatılanların
aksine olarak yürütülür. Meselâ hücre dışı çevrede şeker artarsa, şekerdeki
bu artış pankreas bezinden insülin hormonunun salgılanmasının tetiklenmesine
vesile olur. Bu hormonla başta karaciğer olmak üzere, hücrelere şekerin
girişi artırılarak şekerin yükselmesini önlenir. Bu durum toklukta ortaya
çıkar. Toklukta insülin salgılanması artar, bu yüzden insüline tokluk
hormonu denmektedir. Bu sistem çalışmazsa, yani şeker yükseldiğinde insülin
salgılanmazsa, şeker yükselir ve şeker hastalığı ortaya çıkar. Açlıkta ise,
kan şekeri düşer, yani homeostazis bozulma eğilimi gösterir. Şekerin düşmesi
pankreastan glukagon hormonunun salgılanmasına sebep olur. Glukagon
hormonuyla başta karaciğer olmak üzere şeker depolarından şekerin hücre dışı
sıvı ortama verilmesi sağlanarak şekerin düşmesi önlenir. Hücre dışı sıvı
ortamda, aşırı şeker, şeker komasına sebep olarak ölüme yol açabildiği gibi,
şekerin düşmesi de düşük şeker (hipoglisemi) komasına yol açıp hastanın
ölmesine sebep olabilir.
Görüldüğü gibi negatif geri besleme mekanizması, homeostazisin sağlanmasında
hayatî önem taşımaktadır. Vücudumuza konulan bu harika mekanizmayla, bir
faktör artarsa, azaltılarak; azalırsa da artırılarak düzeltilmektedir. Bir
faktör arttığında daha da artırılsaydı veya azaldığında daha da
azaltılsaydı, bunun adı pozitif feed back olacaktı. Pozitif feed backte
bozulan faktör daha da bozukluğa yol açmaktadır. Eğer insan vücuduna
bahşedilen fizyolojik hâdiseler bu mekanizma ile çalışsaydı, yaşamak mümkün
olmazdı. Çünkü pozitif feed-back daima homeostazisin bozulmasına,
hastalıklara ve ölümlere sebep olacaktı. Normal şartlar altında insan
vücudundaki hemen hemen bütün mekanizmalar, negatif feed back prensibine
göre çalıştırılır. Ancak bir faktör aşırı bozulursa, pozitif feed back
mekanizmayı başlatarak homeostaziste hızlı bir bozulmaya ve ani ölüme sebep
olabilir. Meselâ karbondioksit gazının hücre dışı sıvıdaki miktarı 45
mmHg'dır. Bu gaz artarsa, karbondioksit zehirlenmesine sebep olur. Beyin
hücreleri aşırı karbondioksitli ortamda normal fizyolojik çalışmalarını
yapamazlar ve koma ortaya çıkar. Eğer karbondioksit miktarı azalırsa, bu
sefer de solunum durabilir. Yani normal solunumun devamı için de
karbondioksite ihtiyacımız vardır. Karbondioksit artarsa, beyinde bulunan
solunum merkezini uyararak solunumun daha hızlı ve derinden yapılmasına
vesile olur. Böylece akciğerlerimizdeki karbondioksit miktarının azalması
sağlanır. Bu negatif feed back mekanizmadır. Ancak karbondioksit miktarı
aşırı yükselirse, beyindeki solunum merkezinde bulunan sinir hücreleri bu
aşırı karbondioksit sebebiyle normal fonksiyonlarını yapamaz hale
gelebilirler. Bu durumda solunumu hızlandırmak ve derinleştirmek yerine, tam
tersine solunumun durması ile karşı karşıya kalabiliriz. İşte çok aşırı
miktardaki karbondioksit negatif feed back yerine bir pozitif feed back
mekanizmaya yol açmış olabilir.
Pozitif feed back oluşması aşamasında hekimlik uygulamaları devreye girmesi
gerekmektedir. O zaman hekimlerin dıştan müdahalesi negatif feed back
mekanizmaları başlatacak, pozitif feed back mekanizmaları sonlandıracak ve
homeostazisi tekrar sağlayacak yöntemler olmalıdır. Görüldüğü üzere hayat
çok hassas bir denge ve nizam içinde devam ettirilmektedir.
Homeostazisin, yani vücuttaki hassas iç dengenin korunması için atmosferdeki
gazların bizim için hassas ayarlanın korunmasına, ihtiyaç vardır. Meselâ, iç
ortamdaki oksijen miktarının sabit tutulması için atmosferdeki oksijen
nispetinin de sabit tutulması gereklidir. Bu hassas nizam çok geniş bir
hâkimiyete işaret ediyor. Öyle bir hâkimiyet ki hem insan vücudundaki bütün
atom ve molekülleri emrinde çalıştırarak homeostazisi sağlarken, hem de
Güneş'teki atomların kontrollü olarak milyonlarca yıl yanmasını sağlıyor. O
zaman bütün bunları Yaratan hem Güneş'e, hem canlılara, hem o canlılardaki
hücrelere ve hem de o hücrelerdeki atom ve moleküllere hâkim olmalıdır.
Bütün bu hassas ve dengeli hâdiselerin kendi kendine ve tesadüfen olması
kesinlikle kabul edilemez. Tesadüfler, olsa olsa karışıklıklara,
bozukluklara ve dengesizliklere sebep olur. Bu hassas dengenin sağlanması
için, iç ortamdaki bütün atom ve moleküllerin her an O'nun emrinde olmaları
şarttır.
Sızıntı
Dergisinden http://www.sizinti.com.tr |