BABALARIN
SINAVI
Hepimiz
babalarımız için bir sınanma vesilesiyiz. Onların kucaklarına konan bir
varlığız. Işıl ışıl parlayan gözlerimizle, cennetten getirdiğimiz söylenen
gülümsemelerimizle birer soru işaretiyiz aslında.
Yoklukla
varlık arasındaki bir çizgide adımıza bir tercih yapılıyor. Yokluğun
karanlığından, varlığın aydınlığına taşınıyoruz. Babalarımız işte
tam bu an, bu büyük tercih karşısında büyük bir sınamaya tâbi tutulur.
Ve bu sınamada takındıkları tutumlar, inançlar biz oğullarına karşı
belki hayat boyu sürecek bir ilişkinin şeklini de belirliyor.
Sınamanın
özü şu: Çocuğun dünyaya gelmesinde babanın bir vesilelik işlevi var.
Baba kendisine verilen biyolojik kabiliyetleri kullanarak çocuğun yaratılmasına
vesile oluyor. Baba çocuk adına yapılan yaratılma tercihindeki işlevini nasıl
değerlendirecek? Kendi işlevini hangi boyutta düşünecek?
Burada
iki temel tutum olabilir. Babalar çocuklarını sahiplenirler; kendilerini çocuğun
dünyaya gelmesinde etken sebep olarak düşünüp, bundan narsistik bir zevk
alabilirler.
İkinci
bir tutum ise, babanın kendisini sadece bir vesile olarak kabul etmesidir. Bu
tutumu takınan baba, çocuğun yaratılmasında etken olmadığını bilir. Çocuk
onun için Yaratıcının bir nimeti, ihsanı ve hediyesidir. Gururlanmaya değil,
şükretmeye hakkı olduğunu kabul eder. Çocuk onun için üzerinde düşünülecek,
tefekkür edilecek ve Yaratıcıyı daha iyi tanımaya vesile olacak bir aracıdır.
Bu
iki tutum baba ve oğullar arasındaki ilişkiyi nasıl etkiliyor?
Baba
ve oğul ilişkisi, iki insan arasındaki ilişkidir. Bir etkileşimdir. İki kişi
arasındaki bir ilişkide temel mesele kuralı kimin koyacağı ve kime tâbi
olunacağıdır. Bu ilişkide kim hakim konumda olacaktır? Kişiler arası ilişkilerin
pek çoğunda çatışma işte tam bu noktada başlıyor. İlişkinin bir
iktidar ve hâkimiyet havası içinde yürümesi halinde çatışmalar kaçınılmaz
oluyor. Hâkimiyeti elinde bulunduran benliğini okşarken, hâkimiyet elinden
alınan kendini ezilmiş hissediyor.
Baba
ve oğul ilişkisinde hâkim olan ve iktidarı elinde bulunduran kim olacak?
Baba mı, çocuk mu?
Yukarıdaki
iki temel bakış açısını irdeleyelim. Çocuğunun dünyaya gelmesinde
kendisini bir etken olarak gören baba için, hâkimiyet ve iktidar da kendinde
olmalıdır. Babanın her söylediği yapılmalıdır. Babaya itiraz
edilmemelidir. O herşeyi bilendir. Baba yanlış yapmaz. O mükemmeldir. Çocuğu
kendisinin bir parçasıdır. Kendi başına bir anlamı yoktur. Kendi başına
bağımsızlığı, tercihleri olamaz. Zira, baba olmaz ise çocuk olamazdı,
diye kabul edilir. Kendini çocuğun yaşama buyur edilmesinde etken sebep
olarak gören baba, çocuğun hayatının değişik dönemlerinde de etken kabul
eder. Çocuğunun da kendini etken olarak görmesini ister. Böyle görülmediğini
hissettiğinde öfke duyar, incinir, alınır. Kendini değersiz hisseder. Çocuğuna
ve kendine bakış açısı olumsuzlaşır. Çocuğun kendi bildiği doğrular
çerçevesinde yaşaması için baskı kurabilir. Çocuğun, babanın kendi doğruları
dışında karar almasına razı olamaz. Çocuğun kendi bağımsızlığını
kazanmasını engellemeye çalışır. ‘Ayrışma dönemi’ denilen ve her çocuğun
yaşaması gereken anne ve babasından farklı bir varlık olduğunu anlaması sürecini
tıkamaya çalışabilir. Çocuğunu her daim kendinden bir uzantı olarak görür
ve çocuğunun da böyle görmesini ister ve bekler. Çocuğun bireyselleşme çabalarını
vücudundan bir uzvun ayrılması olarak değerlendirir, buna tepki gösterir,
incinir. Çocuğunun kendi ekseni etrafında dönmesini talep eder.
Bu
tutumuyla baba çocuğuna zarar verir. onun bireyselliğini, kendine güvenini
zayıf kılar, hatta ileri boyutlarda öldürür.
Kendini
çocuğun dünyaya gelmesinde sadece bir vesile olarak gören babanın oğlu ile
ilişkisinde iktidar ve hâkimiyet mücadelesi yoktur. Çünkü baba kendini oğul
ile ‘yaratılmışlık açısından eşit’ hisseder. Yani, baba ve oğul,
aynı Yaratıcı tarafından bu dünyaya gönderilen iki misafirdir. Her
ikisinin görevleri de aynıdır: Yaratıcıyı tanımak ve bilmek. Bu görevin
yaşanmasında her ikisi de birbirine yardımcıdır. Baba için oğul kendi
ekseninde dönmesi gereken bir varlık değildir. Oğul babadan ayrı olarak
Yaratıcıya karşı sorumludur ve muhataptır. Bu anlayışla baba oğulun
kendinden ayrışma sürecine izin verir. Onun bireyselliğini engellemez. Tam
tersi, destekler. Çocuğunun bireyselliğini geliştirmek ister. Kabirde her
bir insana sorulacak soru “Rabbin kim?” sorusudur. Yoksa, “Babanın Rabbi
kim?” veya “Şu ailenin Rabbi kim?” sorusu değildir. Oğul bu soruya
babasından ayrı, baba bu soruya oğuldan ayrı cevap verecektir. Kimse
kimsenin yanında olmayacak ve her biri yalnız olacaktır. Baba bunu bilerek, oğlunun
kendinden ayrı bir ferd olduğunu hissederek, kendi kişiliğini kazanmasına
izin verir. Oğlunu kendisinin bir parçası olarak görmez; ama ona bağlılık
hisseder. Ona sevgi duyar; ama kararlarına, tercihlerine saygı gösterir.
Kendini
yaratılmış olarak gören baba, kendini en iyi bilen, en doğru kararları
alabilen, dediğim dedik olarak kabul etmez. En iyi bilen, tek doğruyu bilen
baba değildir. Tek doğruyu bilen Yaratıcıdır. Baba için doğru, Yaratıcının
yapılmasını istedikleri, uygun gördükleridir. Bu tek doğruya baba da, oğul
da tâbi olmaktadır. İkisi birbiri üzerinde hâkimiyet kuran değil, her
ikisi de aynı Yaratıcının hâkimiyetini tanıyandır. İkisi de, Rablerinin
hakimiyeti karşısında boyun eğmektedir. Baba için, çocuk bir nimet, Yaratıcı
tarafından yollanan bir armağan, bir hediyedir. Çocuğun değeri buradan
gelir.
OĞULLARIN
SINAVI
Babalarımız
hepimiz için bir sınanma vesilesi. Onlar celâli temsil ediyorlar. Doğduğumuz
andan itibaren neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmeden; neyin nerede başlayıp
bittiğini farketmeden, hep sınırları zorlamak istiyoruz. Kuralsız yaşamak
veya kendimizin koyduğu kurallarla yaşamak; başka birisine tâbi olmamak
istiyoruz. Sınırsız özgürlük peşinde oluyor, her isteğimizin hemen ve
derhal karşılanmasını talep ediyor, reddedilmeye karşı çıkıyoruz. İşte
tam bu sırada, baba karşımıza çıkıyor. Bize sınırlı bir dünyada yaşadığımızı
anlatıyor. Sınırlarımızı öğretiyor. Asi olunduğunda, gerekirse, ceza
veriyor. Bazen affediyor. Hayır ve şerri öğretiyor. İsteklerimizi
reddediyor. İsteklerimizin ertelenebileceğini göstermeye çalışıyor. Bize
uyulması gereken kurallardan bahsediyor. Bu evde ve bu dünyada her istediğini
yapamazsın demeye getiriyor. Boyun eğmemiz gereken bir otoritenin varlığını
hissettiriyor.
Babalar
bu yüzden hepimiz için bir sınama. Anneler daha baskın olarak cemâli temsil
ettikleri halde, babalar celâli temsil ediyorlar. Cemale (rahmet, güzellik, şefkat,
ilgi, değer verilme) ne kadar ihtiyacımız varsa, celale de (haşmet, kural içinde
yaşama, sınırlar, düzenlilik, ceza verilme) o kadar ihtiyacımız var.
Yaratıcı
bizi anne ve babaya emanet etmekle cemal ve celale emanet etmiş oluyor. Yaratıcıya
tâbi olan babalara tâbi olmakla, aslında Yaratıcıya tâbi olmanın ve boyun
eğmenin ilk talimini yapıyoruz. Kendimiz dışında bir otoritenin, kural
koyucunun varlığını, bize ilk olarak babalar hissettiriyor.